Şu An Okunan
Yeni Ahit: Çamaşır Makinesindeki Araf

Yeni Ahit: Çamaşır Makinesindeki Araf

Yeni Ahit

Yeni Ahit, Tanrı’yı Brüksel’de yaşayan aksi bir adam, onun küçük kızını da babasına isyan eden bir tür peygamber olarak tasvir ediyor. Jaco Van Dormael’in filmi çamaşır makinesinden açılan portallarla, balık hayaletleriyle dolu, mizansenlerinden müzik kullanımına absürdlüğünü baştan sona koruyan bir komedi.


Bu yazı, Altyazı’nın Mayıs 2016 tarihli 161. sayısında yayımlanmıştır.


“Sinema tarihinin başlangıcından bu yana Hollywood ölümden sonra hayatın aslında nasıl bir şey olduğunu göstermeye çalıştı. Öbür dünyanın gerçek hikâyesi nihayet yazıldı.” 1991 yapımı Albert Brooks filmi Hayat Savunmaya Değer’in (Defending Your Life) fragmanı bu sözlerle başlıyordu. İnsanların Araf’ta beş yıldızlı otel benzeri bir yerde konaklayarak kendileri için verilecek kararı bekledikleri, herkesin beyaz giydiği, kapalı devre televizyon sisteminde farklı dönemlerin iç içe girdiği bir öte dünyaydı Hayat Savunmaya Değer’deki.

Öbür dünyayı bürokratik bir sarmal olarak tasvir eden Hayat Savunmaya Değer, mizahının temellerine dinî kabulleri yerleştiren filmlerden sadece birisi. Hatta ulvi meselelere gündelik hayatın çerçevesinden bakıp onlarla dalgasını geçen filmlerin kendi içinde bir tür oluşturduğu bile söylenebilir. Monty Python klasiği Brian’ın Hayatı (Life of Brian, 1979), Oscarlı oyun uyarlaması Heaven Can Wait (1978) ve dünyanın farklı bölgelerinde sansür mekanizmalarını harekete geçiren Aman Tanrım! (Bruce Almighty, 2003) ve devam filmi…

Yeni Ahit

Jaco Van Dormael’in yeni filmi Yeni Ahit (Le Tout Nouveau Testament, 2015) de benzer bir stratejiyle meselelere gündelik karşılıklar buluyor. Brooks’un Hayat Savunmaya Değer’i nasıl öbür dünyayı bir otele dönüştürüyorsa Van Dormael de Tanrı fikrini sıradan hayatların odağına yerleştiriyor. Hatta onu dünyanın birçok bölgesinde benzerleri bulunabilecek bir aile babasına dönüştürüyor: Ağzında sigara sürekli iç çamaşırlarıyla dolaşan, karısına ve Ea adındaki kızına kan kusturan bir erkek. Yıllar önce aile evinden kaçıp dünya katına yerleşen oğlu İsa’nın adının bile geçmesine tahammülü yok bu Tanrı-baba’nın. Filmin odağındaki Ea’ya göre ise bir “baş belası” bu adam. Sonrası, babasının acımasız düzenini hâle yola sokmak için Ea’nın, abisinin izinden dünya katına inişiyle şekilleniyor. Babasının 80’lerden kalmış bilgisayarına girip dünyadaki herkese ölüm tarihlerini göndermesi, Tanrı’nın planının suya düşmesinde ilk adım. Zira ne zaman öleceklerinin bilgisi, insanların gelecek tahayyüllerinin de geçersizleşmesi demek. Artık doğuştan beri içlerinde saklı tuttukları arzuları da dışavurabiliyorlar, diğer insanlara ya da hayatın gerekliliklerine katlanmak durumunda olmadıkları için, toplumsal bağlarını da gevşetebiliyorlar. Tam da Van Dormael mizahının yeşereceği bir olay örgüsü söz konusu… Tıpkı yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi olayların odağındaki naif kahraman, her noktasında absürd gelişmelere imkân veren bir dünya tasvirine yol açıyor. O yoldan da Van Dormael, alamet-i farikası gerçeküstücü mizansenleri ardı ardına sıralıyor: Denize dönebilmek için insanların arasında dolaşan bir balık hayaleti, çağdaş figürlerin tek tek eklendiği ‘İsa’nın Son Yemeği’ tablosu, öte dünyayla bu dünya arasında çamaşır makinesindeki bir yıkama programıyla açılan portallar…

Tuhaflığın Altını Çizmek

Van Dormael, standart hikâye yapısını bozmak pahasına sihirli anların peşine düşüyor. Küçük kızın 12 havarinin sayısını 18’e çıkartmak için çıktığı yolculukta (sebep, annesinin çok sevdiği beyzbol oyununda da takımların 18 kişiden oluşması), adım adım gelişen bir hikâye yapısındansa anlık heyecanlar ağırlıkta. Hatta tüm olay örgüsünün bu anları bir araya getirmek için bir bahane sağlamaktan başka bir işlevi olmadığı da söylenebilir. Ea’nın her yeni havari adayı birbirinden sıradışı: Şimdiye kadar sinekleri, böcekleri öldürerek içindeki dürtüyü kontrol altında tutmaya çalışan doğuştan bir suikastçı, bir gorile âşık olup onunla ilişki yaşayan, mutsuz burjuva kadın (Catherine Deneuve burada devreye giriyor), son günlerini ‘dikiz şovu’nda tepkisiz bir şekilde oturarak geçirmeyi tercih eden orta yaşlı bir adam…

Peki bu anlık coşkulardan, sıradan hayatlardan ve rutinden sihir çıkartma çabası filme zarar veriyor mu? Biraz da sinemayla nasıl bir ilişki kurulduğuna göre cevabı değişebilecek bir soru bu. Ea’nın Tanrı-babasına isyan edip insanoğlunu türlü dertten kurtarmak için ant içmesi kâğıt üstünde standart bir hikâyede karşımıza çıkacak tüm çatışmaları içeriyor aslında: Başladığı işi bitirmesi için heyecanla her hareketine dikkat kesileceğimiz bir kahramanımız var. Ancak Van Dormael, inatla bu gerekliliklere sırtını dönüyor. Aksine bu çizgiyi sürekli ihlal eden öncüllerine göz kırpıyor. Her şeyin makine gibi tıkır tıkır işlediği bir dünyada küçük müdahelelerle ortalığı birbirine katan Jacques Tati geliyor akla örneğin; ya da birkaç hamleyle gerçeklik algımızı tersyüz eden Rene Magritte.

Yeni Ahit

Absürdlüğü gizlemeye çalışmayan, aksine her seferinde durumdaki tuhaflığın altını çizen müzik kullanımı da, Van Dormael’in seyirciye sonu başı belli bir dünya sunuyormuş gibi yapmak istemediğinin bir diğer kanıtı. Olay örgüsündeki bütün tuhaflıklar, altları kalın çizgilerle çizilerek vurgulanıyor. Yapım tasarımıyla, kostümlerle desteklenen bu abartı, hüznü de beraberinde getiriyor. Tıpkı bir Wes Anderson filmi gibi… Ancak Wes Anderson filmlerinde karakterlerin hikâyelerini yazarken, yani onları adeta birer çizgi film karakterine dönüştürürken işe yarayan bu yöntem Yeni Ahit’te tüm hikâyenin temeline yerleştiriliyor.

Ne var ki böyle bir çizgide dikkat edilmesi gereken bir tehlike mevcut: Gündelik hayattaki absürdün büyüsüne bu kadar kapılmak, bir noktada işi, benzerlerine kitapçıların kişisel gelişim raflarında bulabileceğimiz mutluluk formüllerine de götürebilir. Başka bir deyişle, şekerin fazlası midemizi bozabilir. Neyse ki hikâyesini anlatmaya “Tanrı gerçekten var ve Brüksel’de yaşıyor” gibi can alıcı bir replikle başlayan Van Dormael, bu tuzaklardan ustalıkla kurtulabiliyor. Yoğun mizah duygusu sağolsun, hiçbir mizansen ya da absürd durum, üzerine yapılan tüm vurguya karşın zorlama ya da tatsız gelmiyor. İhtişamlı sahneler, seyircide beklenen etkiyi yaratabiliyor. Bir başka açıdan bakarsak, “eğer Tanrı berbat bir aile babası olsaydı” gibi, normal koşullarda tek atımlık bir fikrin yaklaşık iki saatlik bir hikâyeye dönüştürülmesi izleyici için yer yer zorlayıcı bir deneyim yaratabiliyor. Neyse ki Van Dormael bu zorluğun üstesinden gelebilmemizi sağlayan unsurları da bilen bir yönetmen. Tüm ‘havari adayları’ da, ulvi ailenin üyeleri de filmin bize inandırmak istediği kadar tuhaflıklarıyla göz alıcı karakterler. Zira en alımlı hâliyle Catherine Deneuve’ün bir gorille ilişki yaşadığı, bir balık hayaletinin Charles Trenet şarkısı söylediği bir filmin tuhaflık kriterlerini karşılamayacağı düşünülemez. Yeni Ahit de bunun bilinciyle dinî hikâyeleri ters köşeye yatırıyor; gündelik hayatla mucizeler arasında yeni bir köprü kuruyor. Ve en güzeli, bu köprüyü kurarken mucizelerin ya da ulvi olanın hâkimiyetini tanımadan, gündelik gerçekliklerimizi baş köşeye yerleştiriyor.


Yeni Ahit, 18 Haziran’dan itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor. MUBI’nin Altyazı okurlarına özel kampanyasıyla 30 gün boyunca MUBI’ye ücretsiz erişim sağlayabilirsiniz.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.