Şu An Okunan
Deniz Tortum ile Söyleşi: Perspektifi Kayıp Bir Resim

Deniz Tortum ile Söyleşi: Perspektifi Kayıp Bir Resim

Deniz Tortum’un 2018’de Venedik Film Festivali’nin VR (Sanal Gerçeklik) bölümünde gösterilen ve kısa film olarak yeniden kurgulanan çalışması Selyatağı, talan edilen bir ormanda baş gösteren bir uyku salgınına odaklanıyor. Yönetmen, “slapstick bir masal” olarak tanımladığı filminin ilham kaynaklarını ve ortaya çıkış hikâyesini anlatıyor. Yakın zamanda erişime açılan Selyatağı‘nı Vimeo üzerinden izleyebilirsiniz.

Selyatağı, Emre Yeksan imzalı Yuva’nın (2018) dünyasından ilhamla yaratılmış, bir nevi onun “arkadaşı” olan bir kısa film. Hikâyenin nasıl ortaya çıktığını, senaryonun nasıl şekillendiğini anlatır mısınız?
Selyatağı’nda güvenlik güçleri bir ormanı ve çevre köyleri boşaltmaya başlamış. Bu talana karşı koyacak bir insan bile kalmamış. Fakat tam bu sırada ormandaki şişman ve güzel ağaçtan yayılan bir uyku salgını baş gösteriyor. Yavaş yavaş herkese bulaşıyor, etraftaki tüm insanlar tek tek uyuyakalmaya başlıyor.

Selyatağı, Yuva’nın hikâyesinin bittiği yerden başlıyor. İki film aynı dünyayı paylaşıyor fakat birbirlerinden bağımsız olarak ayakta durabiliyor ve benzer soruların peşinden giden farklı hikâyeler anlatıyor. Projeye başladığımızda ilk olarak Yuva’nın senaryosunu okumuştum, sonrasında da Emre’yle ve Yuva ekibiyle mekân keşfine katılmıştım. İğneada’da Emre’nin Yuva için düşündüğü mekânları beraber gezip, kurduğu hayallere ortak olmuştum. Bu hayallerle o sıralarda üzerine düşündüğüm hikâye ve fikirleri birleştirerek senaryoyu yazmaya başlamıştım.

Neler düşündüğümü anımsamak için senaryonun taslaklarına bakıyordum, bu görselleri buldum:

Retinaya damgalanmış bir güneşle dünyaya bakmak

Bir dolu yağışı esnasında ölmüş koyunlar

Doğanın yeni renkleri

İlk aşamada Selyatağı’nı aklımda bir masal, bir fabl olarak kurmuştum. Şöyle bir şeydi bu: 

Bir oduncu ormana gidip ağaçlara “Bir ihtiyacım var, n’olur her biriniz küçük bir dalınızı bana verseniz” demiş. Ağaçlar tamam demişler. Biz de rahatlarız hem, yükümüzü atarız. Her biri bir dal vermiş. Adam dallardan baltasına sap yapmış ve ağaçları tek tek kesmeye başlamış. O zaman fark etmişler yaptıkları aptallığı. Kendi kuyularını kendileri kazmışlar. Yaşlı ağaçlar suskunken bir fidan seslenmiş oduncuya “n’olur” demiş “bari daha hızlı kesemez misin?”

Kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyoruz ve bu sürecin hem ağır hem anlaşılmaz olan zamansallığıyla boğuşuyoruz. Bu sona doğru gidiş meselesi metafizik bir sorudan ziyade çok daha dünyevi, yakın geleceğimizle ilgili. Film üstüne çalışırken bir yandan Roy Scranton’ın ‘Antroposen’de Ölmeyi Öğrenmek’ kitabını Türkçeye çeviriyordum (geçen sene Edebi Şeyler yayınevinden çıktı). Bana çok sert çarpmış bir kitaptı, pek çok şeyi tekrar düşünmeme yol açmıştı. Kitabın dediği şuydu: İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini durdurabilme ihtimalimiz çok düşük. Bu uygarlık ve bu yaşam biçimi muhtemelen bizim de göreceğimiz yakın bir gelecekte sona erecek ve hayatlarımız kökünden değişecek. Yeni üretim ve ilişki biçimleri kurmamız gerekiyor, bunu da ancak yeni fikirler bularak ve bu fikirlerin değerli olduğuna birbirimizi ikna ederek yapabiliriz. Yani hikâyeler anlatarak.

İklim krizi gibi devasa ve karmaşık bir şeyi nasıl anlayabiliriz, aklımızın almadığı bir şeyi nasıl aklımızda tutarak yaşayabiliriz? Sonradalık düşüncesinden vazgeçtiğimiz vakit nelere tutunabiliriz? Her şeyi sil baştan adil bir şekilde nasıl inşa edebiliriz? İnsanı dünyanın merkezinden çıkardığımızda nasıl bir dünya hayali kurabiliriz? Bilmediğimiz bir şeye nasıl dönüşürüz?

Selyatağı’nı yaparken buna benzer sorular vardı aklımda. Herkes yıllarca uyusa acaba bu bir çare olur mu? Hayvanların, ağaçların, taşların nasıl bir öznelliği vardır? Bir orman dünyayı nasıl algılıyordur? 360 videonun her yeri görebilme özelliğini (ön, arka, yan taraflar) sanki bir ormanın dünyaya bakışıymış gibi düşünerek kurmuştum sahneleri. Fakat bir orman tek bir yere bağlı değildir, zaman algısı çok başkadır diye düşünürken, filmin ortasındaki orman algısı ortaya çıkmıştı. Üst üste binmiş bir orman, hem her yerde, hem tek bir yerde. İlk taslakları şöyleydi: 

Her yerde orman var, kalbim senin bu gece

Aynı zamanda komik olmasını da istiyordum. Ne yapacağını bilemeyen şaşkın insanlar, başına buyruk hayvanlar, şarkı söyleyen şişman ve güzel bir ağaç… Slapstick bir masal. 

Bir de filmin sonundaki imgeyi düşünüyordum. Ormandaki herkes, tüm bu erkekler uyuyakalmış, ağacın köklerini oluşturarak yatmışlar yere. Ağaç ekinini biçmiş, harmanı artık hazırmış. Bir bilmece gibi hem çok basit, hem de üstüne düşünmeye kalkınca büyüyen bir imgeydi benim için.

Filmi online olarak izleyiciyle buluşturmak için yeniden kurguladınız. VR’ın 360 derece dünyası için tasarlanmış bir filmi iki boyuta taşımak nasıl bir deneyim oldu sizin için?
VR olarak anılan iki farklı üretim şekli var. Bir tanesi interaktif VR: Yani oyun motoru kullanılarak hazırlanan, izleyicinin yürüyüp sanal dünyayla etkileşim kurabildiği, vücuduyla var olabildiği bir deneyim. Bu berimsel medyaya, interaktif sanata, bilgisayar oyunlarına daha yakın bir gelenek. Diğeri ise 360 video: Sinemaya benzer bir şekilde üretilen, kameralarla çekilen, lineer izlenen ve etkileşim kurulamayan bir deneyim. 

Selyatağı bu ikinci grupta yer alan 360 derecelik bir film. Andre Bazin ‘Tüm Sinema Miti’ makalesinde sinemanın tarihi boyunca gerçekliğe yaklaşmaya çabaladığından bahseder; siyah-beyazdan renkliye, sessizden sesli sinemaya geçişler gerçekliğe yaklaşma çabalarıdır. 360 film de bu çabanın içinde. Abel Gance’ın Napoléon vu par Abel Gance (1927) ile yapmaya çalıştığından, sinemaskoptan, üç boyutlu sinemadan çok da farklı bir şey değil. Daha gerçekçi ama gerçek olandan hâlâ çok uzak. Sanatsal olan tarafı tam da gerçekle arasında kalan o boşlukta. 

Selyatağı’nı farklı bir teknoloji ve farklı bir aspect ratio ile çekilmiş bir film olarak düşünüyorum. Mizanseni hazırlamanın, mekân algısını kontrol etmenin yollarının farklı olduğu ama özünde sinematik bir şekilde düşünülerek kurulmuş bir film.

360 dünya, ham materyal

Filmi kurgularken monitörden düz izliyor fakat 360 derece izlemenin nasıl olacağını da hayal ediyorduk. İzleyici önüne bakarken bir sonraki sahnede aynı yerde ne görecek? Aynı kesme izleyici arkasına baktığı takdirde nasıl işleyecek? Kafasını sola ya da sağa çevirdiğinde resim ve hikâye nasıl değişecek? Çalıştığımız materyal her zaman düz, deforme bir film görüntüsüydü, bu yüzden yeniden düz film olarak kurgulamak zor olmadı. Kamera hareketlerini ve kadrajları belirleyerek filmin bu hâlini oluşturduk.

VR’da izleyicinin kendi etrafında dönerek deneyimlediği mekân, iki boyutta “panoramik” ve sanki deforme olmuş bir dünyaya dönüşüyor. Bu aynı zamanda hikâyedeki uyku temasının “halüsinatif” bir karşılığı gibi de işliyor. Bu geçiş sizce filmin anlam dünyasını nasıl etkiledi?
Bu geçişi çok güzel ifade etmişsiniz. 360 ile düz film arasındaki farkı düşünürken aklıma dünya küresiyle dünya haritası geldi. Bazı şeyleri biri ötekinden daha iyi gösterebiliyor, fakat kategorik olarak ayrı şeyler değiller. Dünyanın şeklini ve kıtaların gerçek büyüklüğünü anlamak için küreye bakmak gerekiyor, tüm dünyayı bir anda görebilmek için ise haritaya bakmak. 

Üç boyutlu bir insan modelinin suratı mesela şöyle: 

Surat Haritası

Bu texture bilgisayarda bir kafa şekline sarılarak gerçekçiliğine kavuşuyor. Fakat bu hâli bambaşka bir görme biçimi sunuyor.

Selyatağı’nın bu yeni hâlinde filmin dünyasını deforme bir şekilde olsa da bir bakışta görebiliyoruz. Bunun filmin lehine işlediğini düşünüyorum. Bir orman dünyayı nasıl görüyordur, mekân nasıl bükülüyordur? Garip, gerçekçilikten daha uzak bir estetik, sanki bir yapıştırma kitabı gibi. Masalsılığını güçlendiriyor. Kamerayla çekilmiş ama farklı kameraların görüntülerinin birbirlerine geçmesiyle oluşmuş. Perspektifi kayıp bir resim.

Yapıştırma kitabı

Filminizde “artık olduğumuz şey olamadığımızda, gerçekten yeni bir şeye dönüşebilir miyiz?” sorusundan yola çıktığınızı belirtmişsiniz. Bu sorunun salgın günlerinde nasıl bir yere denk geldiğinden bahsetmek ister misiniz?
Filmin çıkış noktasında iklim krizi vardı. Biz insanlar, hareket ettikçe dünyadaki yaşama zarar veriyoruz. Herkes dursa, yavaşlasa ve böyle bir yaşama adapte olsa (filmdeki karşılığıyla uyusa) ne olur diye merak ediyordum. Böyle bir hikâye olsa olsa masal olur diye düşünüyordum. Bunun gerçekten olacağı, hattâ bu kadar kısa süre içinde olacağı aklımdan geçmemişti. Bu salgın günlerinde evine çekilebilen herkes çekilmiş durumda, dünya bir nebze durmuş hâlde. Olduğumuz şey olmaya devam edemediğimiz için yeni bir şeye dönüşmüş durumdayız. 

Birleşmiş Milletler’in geçen sene yayınladığı iklim raporu Küçük Prens’in yazarı Saint-Exupery’den bir alıntıyla başlıyordu: “Gelecek öngörülen değil, gerçekleştirilen bir şeydir”. Salgın günlerinde bunu görmüş olduk. Büyük değişiklikleri hızlıca yapabiliyormuşuz. Tüketim azaldığında toplum bitmiyormuş. Ekonomi ve para toplumsal bir teknolojiymiş. Bundan sonra neleri gerçekleştirebileceğimizi bilmek mümkün değil fakat salgının bize gösterdiği şey istediğimiz takdirde gerçekten yeni bir şeye dönüşebileceğimiz. 

Bundan sonraki projelerinizden bahseder misiniz? Yeniden VR için film üretmeyi düşünüyor musunuz?
Yeni bir filmim var, Maddenin Hâlleri. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde geçen uzun metrajlı bir belgesel. Hastanede çalışmakla, sağlık çalışanlarıyla, tıpla, bedenlerle, ölümle, mizahla, teknolojiyle ilgili deneysel ve gözlemci bir film. Birkaç ay önce Rotterdam Film Festivali’nde ilk gösterimini yaptık, sonraki gösterimler karantinaya takıldı. Hastanede geçtiğinden ötürü şu günlerde izlemesi belki biraz ağır olabilir. Paylaşabilmek için sabırsızlanıyoruz, kim bilir ne zamana kısmet olacak.

Maddenin Halleri, izlemesi çok kolay değil

Geliştirdiğim birkaç proje var. Bunlardan bir tanesi ‘ARK’ (Kathryn Hamilton ile). VR’ın tarihiyle ilgili. 1968’de genç doktora öğrencisi Ivan Sutherland ilk VR gözlüğünü icat ediyor. Aynı sene Guam uçarköpek yarasasının soyu tükeniyor. Simülasyonlar yaratıp sanal dünyalar inşa ettikçe gerçek dünya yavaş yavaş görevini tamamlıyor. İki kanallı bir video enstalasyonu yaparak başladık. Ocak ayında New York’ta gösterildi, salgın olmasaydı şu sıralar İstanbul’da gösteriliyor olacaktı. Bu proje kapsamında VR ve uzun metrajlı film olarak iki iş daha yapmayı planlıyoruz. 

Yanar döner uçarköpek, ARK (601Artspace/Etienne Frossard)

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.