Şu An Okunan
Öğretmenler Odası: Gerçeğin Algoritması

Öğretmenler Odası: Gerçeğin Algoritması

Türkiye kökenli yönetmen İlker Çatak, En İyi Uluslararası Film dalında Oscar’a aday gösterilen filmi Öğretmenler Odası’nda kamerasını Almanya’daki bir okula çeviriyor. Takip ettiği ana karakterinin yaşadığı ikilemleri anlatının esas malzemesi hâline getiren film “toplumun sinir uçlarını” konu alan alegorik bir gerilim. 

İlker Çatak’ın prömiyerini 73. Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gerçekleştiren ve Almanya’nın Oscar adayı olarak seçilen filmi Öğretmenler Odası (Das Lehrerzimmer), derinlikli karakteri üzerinden “toplumun sinir uçlarını” konu alan alegorik bir gerilim. Film, ortaokul öğrencilerine matematik ve beden eğitimi dersi veren Carla Nowak (Leonie Benesch) isimli bir öğretmenin gözünden okulda yaşanan bir hırsızlık olayına odaklanıyor. Çatak, hakikatine asla tam olarak eremediğimiz bu hırsızlık olayını tüm boyutları, olasılıkları ve çatışmalarıyla ele alırken, okulu sadece bir mekân olarak değil, aynı zamanda bir tür mikrokozmos, kendi deyişiyle “toplumun bir minyatürü” olarak ortaya koyuyor. Film bu çok bakışlı, gerilim dolu ve âdeta dakik bir saat gibi işleyen anlatısıyla ırkçılık, gözetim toplumu ve özel hayatın gizliliği, basın özgürlüğü ve sansür, demokrasinin çıkmazları, hakikat sonrası toplum ve suç ve cezanın günümüzde değişen anlamları gibi pek çok meseleye değiniyor, fakat hiçbirinde tam olarak karar kılmıyor. Filmin kendisini mekânsal olarak okul ekosistemiyle kısıtlaması, yer yer alegorik çağrışımları güçlendirse bile, anlatı hiçbir zaman kendi üzerine kapanan bir kıssadan hisseye dönüşmüyor. Film günümüz Batı Avrupa’sı ya da Almanya’sına dair pek çok can yakıcı meseleyi tartışmaya açarken, karakterlerinin -özellikle de Carla’nın- temsilî bir düzeyde kalmamasına dikkat ediyor. 

Çatak, senaryonun erken aşamalarında anlatının okulun dışına da taştığını ve Carla’nın özel hayatına da yer verdiklerini söylüyor. Karakteri tanımamıza yardımcı olacak bu detaylar çıkarılmış olmasına rağmen Carla’nın hâlâ bu denli gerçek ve derinlikli bir karakter olması ise anlatıda ona yüklenen aracı işleviyle alakalı şüphesiz. Çatak, filmin daha en başında hem filmin temel meselesine hem de Carla’nın karakterine dair önemli bir ipucu veriyor. Carla dersin başında tahtaya bir ispat problemi yazıyor: 0,9… ile 1 eşit midir? İlk olarak öğrencisi Hatice, bu iki sayının eşit olmadığını bir varsayım üzerinden iddia ederken, filmin ikinci ana karakteri olan Oskar (Leonard Stettnisch) ise, iki sayının eşit olduğunu ispat ediyor. Bunu yaparken varsayım üzerinden hareket etmiyor ve basamak basamak gidiyor. Carla’nın buradan sınıfa çıkardığı kıssadan hisse ise şu: Kanıta ulaşırken aşama aşama hareket edilmesi gerektiği. Ancak filmdeki kriz durumu, tam da Carla’nın bunu yapamadığı ve doğrudan sonuca ulaştığı bir olay sonucunda ortaya çıkıyor. 

0,9… ≠ 1

Carla, aldığı gizli bir kamera kaydından yola çıkarak okulun çalışanlarından, Oskar’ın annesi Bayan Kuhn’un hırsız olduğu iddiasında bulunuyor. Elinde bir kanıt var, ancak basamaklar yok. Tıpkı Hatice’nin yaptığı gibi. Hatice, 1 sayısından 0,9… sayısını çıkarırsak 0,1… elde edeceğimizi söyleyerek iki sayının eşit olmadığını savunmuştu. Ancak bu tam olarak bir ölçüm değildi çünkü sonsuzluğa giden 9’ları ya da 1’leri gerçekten ölçerek ispat etmek imkânsızdı. Görülüp ölçülemeyen bir şeye bir nevi inanarak hareket etmek manasına geliyordu bu. Carla’nın video kaydında ise o gün Bayan Kuhn’un giydiği gömleği giyen birisi hırsızlık yapıyordu, ancak yüzü gözükmüyordu. Elde bir problem vardı (hırsızlık), çözüm için bir “algoritma” yazıldı (video kaydı düzeneği), denklemin sonucunda bir sonuç ortaya çıktı (video kaydı ve kıyafetin deseni) ve bu bir kanıt oluşturdu (tüm bunlar = Oskar’ın annesi hırsızdır). Hatice’nin de varsaydığı gibi, görünürde 0,9…’un 1’e eşit olmaması gibi. Carla, tıpkı sonsuz bir sayıyla çalışmak gibi, tam olarak kanıtlanamayacak olan bu iddia üzerinden Kuhn’u suçladı ve bu mutlak kanıtsızlık hâlinin kurbanı Oskar oldu. Belki de basamak basamak gitmek, annesinin hırsızlığın bedelinin, çocuğunun hayatı olmadığı gerçeğini gösterecekti Carla’ya.

Film, basamak basamak ispatlar ve kesin kanıtlarla düşünen bir matematik öğretmenini, sadece matematik evreninde var olabilecek (o da ancak koşulları belirtildiğinde ve değişkenlerle olasılıklar kısıtlandığında, örneğin x eğer bir gerçek sayıysa) o mutlak kesinlik hâlinin olmadığı bir durumun içine fırlatıyor âdeta, yani gerçek hayatın. Çünkü her an değişip dönüşen duygularıyla her bir öğrenci, insan ve karakter, sonsuza dek istikrarsız bir şekilde ilerleyen bir sayıya (örneğin pi sayısı) benziyor. Carla’nın planı gerçek hayatta çalışmıyor, evdeki hesap çarşıya uymuyor ve Carla kendisine cephe alan Oskar’ı herkese karşı savunmak ve korumak durumunda kalıyor – kendisi pahasına. 

0,9… = 1

Öte yandan, insanlarla veya gerçek hayatla ilgili “problemleri” çalışılamaz da kılmıyor film. Oskar ve Carla arasındaki, paylaştıkları matematik sevgisi ve yeteneğinden doğan bağ, aynı zamanda çatışmanın seyrini belirliyor. Yine sayılara dönersek, Oskar’ın filmin başındaki problemi kanıtlarken (0,9… = 1) basamak basamak ilerlediğinden bahsetmiştik. Detaya girmeden, bunu yapabilmek için sonsuza giden sayılar yerine kesirli sayıları kullandığını görüyoruz. Yani 0,1…’i 1/9 olarak yazıyor. En basit hâliyle öğrenildiğinde 2+2=4 kadar keskin zannedilen matematiğin, derinleştikçe çok daha fazla ifade imkânına ve sayı çeşitliliğine alan açtığını biliyoruz. Kesirli sayılar da bunlardan biri. Filmin hikâyesi bakımından bu sayının, yani 1/9’un önemi ise şurada: Tek bir sayı olarak mutlak şekilde ifade edilemeyen, en azından “kanıtlanamayan” ya da bütünü gösterilemeyen bir sayıyı (0,1…), iki sayının bir etkileşimi olarak (1’in 9’a bölünmesi, 1/9) yazıyor. İşte Carla’nın film boyunca yaşadığı çatışma ve çelişkiler de, ancak iki ya da daha fazla sayının bir etkileşimi olarak ifade edilebilen hakikatin içinde bir aracı, bir kalkan ya da bir sınır olması üzerinden kuruluyor. 1’i 9’a bölen çizgi gibi mesela. Öğretmenlerle öğrenciler arasında, müdür ve diğer öğretmenlerle Bayan Kuhn arasında, Oskar’la diğer çocuklar arasında, öğretmenlerle veliler arasında, Oskar’la annesi arasında, gazeteci öğrencilerle okul halkı arasında… En önemlisi de, bir öğretmenin varoluş nedenini hatırlayacak olursak, öğrencilerle dış dünya (ve aileleri) arasında. 

Bu aracı ya da kalkan hâlinin pek çok anlamı var. Oskar Carla’ya 1/9’u, yani hakikati ifade etmenin bir başka yolunu gösteriyor. Kuhn’la olan çatışmasında hesaba katılmamış bir değişken Oskar. İki sayının, tarafın ve gerçekliğin aynı anda var olduğu ve ancak birbirleriyle olan etkileşimlerinin bir şey ifade ettiği bir gerçeklik bu. Bir Düşüşün Anatomisi’nde (Anatomie d’une chute, 2023) anne ve babasının arasında ve iki gerçeklik arasında kalan çocuğa şöyle diyordu avukat: “Bazen iki seçenekten birine inanmak zorundasındır.” Carla’nın film boyunca olan mücadelesi ise matematikten çok farklı çalışan hukukun bazen zorunlu kıldığı bu inanma zorunluluğunu reddetmeye, 1 ve 9’un aynı anda var olabileceğini göstermeye yönelik oluyor. Carla, Kuhn’un suçlu olma ihtimalinden vazgeçmeden, Oskar’ın aynı yargı mekanizmasından muaf tutulması gerektiğini ve kendi bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini diğer öğretmenlere anlatmaya çalışıyor. Ancak bu denklem asla göründüğü kadar basit değil. Carla’nın Oskar’ın verdiği fiziksel ve ruhsal zarara karşı kendi sınırını belirleyemediği anlar, müthiş bir idealist olarak çizilen karakterin zayıf noktaları. 

Filmin zaman zaman fazlaca tasarlanmış ve hesaplanmış hissettiren senaryo matematiği, biraz da bakışına ortak olduğumuz Carla’nın kontrolcü ve analitik zihnine yaklaşmamızı sağlıyor. Ancak filmin dili, Carla’nın taştığı noktalarda onunla birlikte dağılmayı ve değişmeyi de başarıyor. Örneğin, yine dengeli ve profesyonel davranmak zorunda hissettiği için kendi saygınlığından ödün vermek zorunda bırakıldığı veli toplantısı sahnesi. Carla tuvalete gidip çöp poşetiyle panik atağını durdurmaya çalışıyor ve atonal müziğin de etkisiyle gerilim zirveye tırmanıyor. Carla’nın kendi çığlık atamadığı için tüm sınıfa çığlık attırdığı sahnede olduğu gibi, bu tip sahneler aslında filmin genel matematiğinden ayrışan sahneler. Bu sahneler, polisiyeden de beslenen anlatı yapısının keskin basamaklarla ilerleyen matematiğinde pek bir anlam ifade etmiyor. Yani olayın çözülmesine, Oskar’a ve annesine ne olacağına, suçlunun kim olduğuna, Carla’nın başına ne geleceğine dair bir “veri sağlamıyor” – bir nevi, anlatıdan taşıyor. Veli toplantısının sonunda ne olduğunu öğrenemiyoruz örneğin, Carla’nın hissinde bitiriyoruz sahneyi aniden. Kontrol kayboldukça, duygular rayından çıktıkça ve denklem karmaşıklaştıkça, senaryo da kasıtlı olarak sağa sola taşmaya başlıyor. Ancak bu dağılma hâli çok uzun sürmüyor, Carla çabuk toparlanan ve duygularını dışa vurmayı pek sevmeyen bir karakter çünkü. Bu anlamda filmin Carla’yla olan uyumunun ustalıklı bir biçimde kurulduğunu söylemek mümkün. 

Carla’nın en ağır ve çözümsüz anlarda bile duygularıyla kurduğu bu sağlam ilişki, onun film boyunca tasvir edilen bu arabulucu ya da aracı hâlini de destekliyor. Etrafındaki tüm karakterler, özellikle de Bayan Kuhn yer yer manipülatif bir duygusallıkla hareket ederken, Carla bir şekilde -sakin olmasa bile- profesyonel ve yetişkin kalmayı başarabiliyor. Ancak burada önemli bir denge var. Bu kontrolcü hâl, Carla’ya fiziksel ve duygusal zarar olarak geri dönüyor, kariyeri ve saygınlığı tehlikeye giriyor, yaralanıyor, dalga geçiliyor, ötekileştiriliyor ve dışlanıyor. Filmin bu duyguları bastırma ya da kontrol etme durumunu kayıtsız şartsız güzellediğini ve Carla’yı bir fedaiye dönüştürdüğünü kesinlikle söyleyemeyiz. Tam tersine tüm bu anlatı, Carla’nın fazla analitik ve matematiksel düşünen, kontrolcü zihninin neden olduğu bir olayın sonucunda gelişiyor çünkü. Dolayısıyla bu 0,1…’den 1/9’a doğru bir dönüşümün de hikâyesi aynı zamanda. Filme sınıfa bir orkestra şefi gibi yaklaşan kendinden emin bir Carla’yla başlayıp hep birlikte çığlık atıp rahatlayan bir sınıfla bitiriyoruz. 

0,1 = 1/9

Elbette film boyunca ortaya koyulan çelişkiler ve 1’le 9’un aynı anda var olduğu durumlar, günümüz Batı Avrupa toplumunun ya da demokrasinin çıkmazlarını yansıtması bakımından da önemli. Hırsızlığın ilk mesele edildiği sahne ve sonrasında sorgulanan Türkiye asıllı öğrenci Ali’nin hikâyesi buna önemli bir örnek. Film, iki öğrencinin hırsızlık yapan arkadaşlarını şikâyet etmek zorunda bırakılmasıyla açılıyor – oldukça faşist bir kara liste pratiğinin mikrokozmostaki hâli. Çatak, bu açılışta senaryoyu birlikte yazdıkları okul arkadaşı Johannes Duncker’le başlarına gelen bir olaydan esinlendiklerinden bahsediyor bir röportajında. Hırsızlık yapan arkadaşlarını şikâyet etmek istemediklerini fakat buna zorlandıklarını anlatıyor. O dönem haklarını bilmedikleri için bu duruma nasıl karşı çıkamadıklarından bahsediyor. Öğretmenler odasında bu tip bir sorgulamayla başlayan filmde yetişkinlerin söylemlerine oldukça “liberal bir dilin” hâkim olduğunu görüyoruz; öğrencilere bunu yapmak zorunda olmadıklarını söylüyorlar. Fakat Carla’nın şüpheyle yaklaştığı, oldukça ısrarcı bir tavırla çocuklardan bir isim almayı başarıyorlar. Bu görünüşte ve “dilde” liberal ve özgürlükçü, temelde ise statükoyu ve iktidar mekanizmalarını koruyan ikiyüzlü tavır, hırsızlıkla suçlanan Ali’nin sahnesinde yeniden ortaya çıkıyor. Sınıfta yapılan yine “gönüllü” bir arama sonucunda cüzdanında fazla para bulunan Ali’nin ailesi okula çağrılıyor. Ancak bu parayı annesinin ona verdiği ortaya çıkıyor. Sonrasında asla ırkçı olmadıklarını iddia eden öğretmenlerin, çocuğun anne babasının mesleğini ve çocuklarına olan ilgisini, göçmen olmalarından yola çıkan bir şüpheyle sorguladıklarını görüyoruz. Carla’nın hırsızın kim olduğunu kanıtlama ısrarı da tam olarak bu ikiyüzlü tavra olan tepkisinden ve Ali’yi aklama isteğinden ortaya çıkıyor. Kendisi de Polonya göçmeni olan Carla’nın bu arabulucu hâli, aynı zamanda göçmen kimliğinden de kaynaklanan bir mesafenin de sonucu. 

Ancak film, bu aracılık ya da arabuluculuk hâlini sadece bu örneklerdeki gibi idealist ve politik olarak haklı bir yerden kurmuyor. Carla’nın bocaladığı yerleri de gösteriyor ve bunların toplumsal düzlemdeki çağrışımlarını tartışıyor. Bunun en bariz örneği Carla’nın gazeteci öğrencilerle yaşadığı basın etiği ve sansür tartışması. Röportaj yapma bahanesiyle onu odalarına çağıran ve Carla’yı sorguya çeken öğrenciler, hakikati öğrenmeye hakları olduğunu söylüyor ve Oskar’a ne olduğuyla, Carla’nın gerçekten de video çekerek özel hayatın mahremiyetini ihlal edip etmediğiyle ilgili pek çok soru soruyorlar. Bu denli çok bilinmeyenli bir denklemin beş dakikalık bir röportajda sonuca ulaşması mümkün olmadığı gibi, hasbelkader ağızdan çıkan sözcükler de çarpıtılmış bir gerçeğin, âdeta kurgulanmış bir hikâyenin ortaya çıkmasına neden oluyor. Burada öğrencilerin çoğunluğunun -ezberlenmiş duran ve yine liberal, özgürlükçü bir kimliğe büründürülmüş biçimde- “hakikat” gibi lafların arkasına sığındığını görüyoruz. Temelde ise olayın çok yönlü boyutunu ve çözümsüz yapısını kaçırarak hakikati yer yer çarpıtan bir yazı yayımlıyorlar. Haber alma ve basın özgürlüğü haklarını, kavramları çarpıtarak ve kafası karışık bir şekilde savunan, ancak bunu yaparken Ali’ye alttan alta uygulanan ırkçılık gibi önemli meseleleri de işaret eden bu öğrenciler, okulun sansürü ve ırkçılıkla suçlanan öğretmenlerin tepkisiyle karşı karşıya kalıyor. Carla’nın arabulucu pozisyonunun ve tarafsız kalma çabasının iki tarafta da çok problemli sonuçlara neden olduğu, kaotik bir duruma tanık oluyoruz böylece. Burada anlatı kendisine şöyle bir kaçış yolu buluyor: Carla için şu an önemli olan tek şey, Oskar’ı kurtarmak ve kendi hatasını telafi etmek. Bu uğurda toplumsal ve bireysel yaralanmalara razı. Ancak bu illa ki bir kaçış değil, aynı zamanda bir odak noktası, hem film için hem de karakterler için. Varlığı gözle görülür ve gerçek, çözülmesi gereken, aciliyet teşkil eden bir sorun: Oskar’ın hayatı. Ve Carla, dikkatinin, kimliğinin ve gücünün yeteceği şeye odaklanmayı, dağılmamayı, her şeyi kontrol etmeye çalışmamayı öğreniyor böylece. Oskar’a ne olduğunu elbette tam olarak bilemiyoruz, çünkü film her ihtimale kapısını açmış bir şekilde sonlanıyor. Carla ve Oskar’ın 1 ve 9 olarak yan yana ve aynı anda var olduğu, gerçek hayatın o akıl sır ermez “algoritmasıyla” yoğrulmuş uzun bir sessizliğin içinden, o açıklanamayan, tam olarak kavranamayan, ancak şiirin ve sinemanın imkân verdiği bir çokluk ve bir aradalık hâliyle.


Öğretmenler Odası, 2 Şubat’tan itibaren Başka Sinema salonlarında vizyonda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.