Şu An Okunan
Sonsuz Sır: Mekânın Hafızası

Sonsuz Sır: Mekânın Hafızası

The Eternal Daughter

The Souvenir’le kalbimizi kazanan İngiliz yönetmen Joanna Hogg’un yeni filmi Sonsuz Sır vizyonda. Tilda Swinton’ın her ikisini de canlandırdığı bir anne-kızın hikâyesine odaklanan film, tür kodlarıyla zekice oynayan ve ‘izleyiciyi korkutmayan bir korku filmi’.

Film teorisyeni Thomas Leitch, ünlü film janrlarını tanımlarken iki faktöre vurgu yapar. Leitch’e göre mizansen ve ‘niyet’ (filmin izleyicide uyandırmayı hedeflediği etki) güçlü türlerin özelliklerini belirler. Karakterlere ve öyküye dair detaylar ise zayıf türlerin tanımlanmasında kullanılır. Burada güçlüden kasıt tür konvansiyonlarının net ve kolaylıkla tanınır olmasıdır, zayıflık ise kategorinin esnekliğine ve kalıpların pek de net olmayışına işaret eder. Örneğin ‘suç filmi’ zayıf bir tür kategorisidir, çünkü yalnızca karakterlerin mesleğine (gangster, dedektif vb.) ve hikayedeki durumlara bağlı olarak tanımlanmıştır. Leitch’in güçlü türler için verdiği en ünlü örnek ise korkudur. Zira korku filmleri hem ışık, renk paleti, kamera açıları gibi pek çok öğeyle hemen ayrışan bir görsel yapıya sahiptir hem de (neredeyse totoloji sayılabilecek şekilde) izleyiciyi korkutmak niyetiyle çekilir.

Joanna Hogg’un yeniden Tilda Swinton ile birlikte çalıştığı son filmi Sonsuz Sır (The Eternal Daughter, 2022), korku elementleriyle ilgi çekici biçimde oynayan ama bir korku filmi olarak sınıflandırılmayı adeta reddeden bir deneme. Hogg gizemli bir hayalet öyküsü anlatırken, Leitch’in sözünü ettiğim teorisini de akla getirecek şekilde, korku tanımının dışında kalan bir filme imza atıyor. Yani mizanseni ve ‘niyeti’ birbirinden ayrıştırarak janr kavramıyla oynuyor. Aslında tipik bir korku filminden beklenecek hemen her öğe Sonsuz Sır’da mevcut ama filmin niyeti izleyiciyi korkutmak değil, dolayısıyla karşımızda sıradan bir tür sineması örneği yok. Issız bir yolda ilerleyen bir aracı takip ederek başlayan film, sisler arasına gizlenmiş ve terk edilmiş gibi görünen eski bir oteli mesken tutarak hemen gotik bir atmosfer kuruyor. Pencerelerde bir belirip bir kaybolan hayaletler, sebepsiz yere gıcırdayan ve yarı açık duran kapılar, soğuk ve kasvetli hava; Sonsuz Sır’ın klasik perili köşk hikayelerinden aşina olduğumuz tekinsiz bir mekânda geçtiğini çabucak belli ediyor. Pek çok sahneye eşlik eden müzik izleyiciye huzursuz edici hayalet öykülerini anımsatıyor, sürekli cızırdayan lambalarla loş biçimde aydınlatılmış odalar The Innocents’dan (1961) Diğerleri’ne (The Others, 2001) sayısız korku filmini akla getiriyor. Fakat tüm bu referanslara rağmen Hogg’un izleyiciyi ürkütmekten çok daha farklı bir amacı var. 

Geçmişin Ağırlığı

Sonsuz Sır’ın korku konvansiyonlarını kullanma şekli oldukça şaşırtıcı ve riskli. Yüzeysel bir bakış açısıyla ‘izleyiciyi korkutmayan bir korku filmi’ kulağa pek de çekici gelmiyor ne de olsa. Bu noktada Hogg’un ele aldığı temalara ve neden korku türünü çağrıştıran mizansen tercihleri yaptığına bakmak gerekli. Sonsuz Sır’ın anımsattığı perili köşk (veya lanetli ev) filmleri, korku sineması içinde kayda değer bir alt tür oluşturur. İngilizce’de bu alt türden bahsederken lanetli, hayaletli diye çevirebileceğimiz ‘haunted’ sözcüğü kullanılır. Bu sıfatla akraba diyebileceğimiz ‘haunting’ ise insanı derinden etkileyen, bir türlü unutulamayan ya da üstesinden gelinemeyen, psikolojik izleri insanın peşini bırakmayan sözler, durumlar ya da deneyimler için kullanılan bir sözcüktür. Görsel dokusu ‘haunted house’ klasiklerinden beslenen Sonsuz Sır’ın merkezinde de ana karakter Julie ile annesi Rosalind’in bu şekilde ‘haunting’ buldukları hatıralar ve hisler var. Otel olarak kullanılan büyük bir malikaneye gelen Julie ve Rosalind, hem birbirleriyle ilişkilerini gözden geçiriyorlar hem de yıllar önce Rosalind’in ailesine ait olan bu devasa evdeki çocukluk anılarıyla yüzleşiyorlar. Birbirlerine derinden bağlı olan anne ve kızı, aralarındaki büyük sevginin ne kadar değerli ve güzel olduğunu biliyorlar, ama bu sevginin bazen neredeyse bir yük haline geldiğinin de farkındalar. Julie annesini mutlu etmek, onun rahat olmasını sağlamak için her şeyi yapmaya çalışıyor. Fakat bu durum Rosalind’i yıpratıyor, çünkü yaşlı kadın kızının hatırı için sürekli iyi olmaya çalışmaktan yorulmuş durumda. Julie için ise annesinin giderek daha kırılgan hale gelişine tanıklık etmek karmaşık ve kederli bir süreç.

Rosalind ve Julie’yi birbirinden bağımsız olarak düşünmek imkânsız; iki karakterin birbirlerinin hayatlarında ne kadar büyük yer tuttukları ve birbirlerini nasıl şekillendirdikleri Sonsuz Sır’da basit ama akıllıca bir şekilde vurgulanıyor. İki karaktere de aynı oyuncunun hayat vermesi bu açıdan çok anlamlı. Filmlerinde birden fazla karakter oynamayı ya da abartılı makyaj altında karakter yaratmayı seven Tilda Swinton; bu kez oyuncaklı ve gösterişli bir performans sergilemek için değil, Sonsuz Sır’ın ana teması bunu gerektirdiği için hem Julie’ye hem de Rosalind’e hayat veriyor. Yaşlanma süreci çoğu zaman ayrılık veya kayıp gibi kavramlarla eşleştirilir. Ama iki karakter arasında Swinton sayesinde kurulan devamlılık, Sonsuz Sır’ı bu açıdan farklı bir noktaya taşıyor. Sanki Julie ve Rosalind birbirini var ediyor, aradan geçen zamana ve yaşanan kayıplara rağmen anne ve kızı birbirini tamamlamayı sürdürüyor. Buna uygun biçimde, Sonsuz Sır boyunca hayaletler bir tehdit unsuru olarak değil, mekanlarda ve diğer insanların yaşamlarında varlıklarını devam ettiren dingin figürler olarak çiziliyor.

Bir bakıma filmin üçüncü ana karakteri olan otel-malikane, Rosalind ve Julie arasındaki bu bağı somutlaştıran bir element. Tipik bir perili köşk olmanın ötesinde mekânın hafızasını ve insanın mekânla ilişkisini adeta dokunulur kılan bir yer burası. Julie, annesinin üzücü çocukluk anıları gün yüzüne çıktığında Rosalind’i buraya getirmiş olmaktan pişmanlık duyuyor ama Rosalind bunun doğal olduğunu, mekânların öyküleri ve anıları sakladığını, geçmişi ve şimdiyi bir araya getirdiğini söylüyor. Julie’nin oteldeki yaşlı bir görevliyle ettiği sohbette de aynı fikir yineleniyor. Yıllarca eşiyle birlikte bu otelde çalışmış olan adam, emekli olabilecekken otelden ayrılmamayı seçtiğini, çünkü bu mekânın vefat etmiş eşiyle paylaştığı hatıralara ev sahipliği yaptığını anlatıyor. Mekânların anıları bugüne taşıyarak zamanı muğlaklaştırması, otelle ilgili pek çok küçük detayda da karşılık buluyor. Örneğin antika mobilyaları ve mimari tasarımıyla sanki başka bir yüzyıla aitmiş gibi görünen otel, internet bağlantısı hakkında söylenenler ya da son model bilgisayarların göründüğü sahneler aracılığıyla modern bir boyut kazanıyor. Tuhaf biçimde hem yeni hem eski, daha doğrusu zaman dışı bir yer olarak tanımlanabilir bu tekinsiz malikane. 

Film Yapmanın Zorlukları

Sonsuz Sır iki önemli tema etrafında inşa edilmiş; anne-kız ilişkisinin yanı sıra, film yönetmeni olan Julie’nin sinemaya bakışı ve sanatsal üretim süreci de filmde önemli yer tutuyor. Julie ve Rosalind zaten Hogg’un otobiyografik özellikler taşıyan önceki filmleri Hatıra (The Souvenir, 2019) ve Hatıra: 2. Bölüm’den (The Souvenir – Part II, 2021) tanıdığımız karakterler. Kullandığı tür konvansiyonları bakımından bu iki filme hiç benzemese de Sonsuz Sır’da da otobiyografik bir yön bulmak, Hogg’un alter-egosu Julie aracılığıyla kendi sinemasını ele aldığını düşünmek mümkün. Julie (ve Hogg) için sinema, sözünü ettiğim ‘haunting’ deneyimler ve hislerle yüzleşmenin, geçmişle baş etmenin bir yolu. Julie bir yandan annesinin hayatını ve kendi duygu dünyasını yeni filmine malzeme yaparken bir yandan da böylesi kişisel bir sinemanın getirdiği etik sorularla boğuşuyor. Yeni bir senaryo yazan genç kadın, annesinin anlattıklarını, evdeki anıları ve çocukluk deneyimleri hakkında söylediklerini ondan habersiz yaptığı ses kayıtlarıyla arşivliyor. Fakat aynı zamanda bu öyküleri filmleştirmeye hakkı olup olmadığını sorgulamaktan da geri durmuyor, her adımını tereddütle atıyor adeta. Zaten fotoğraf albümlerini ve mektuplarını büyük bir torbayla yanında taşıyan Rosalind de kızının bu materyalleri üstünde çalıştığı filme dahil etmek istediğinin farkında. Bir başka sahnede çocuğu olmayan Julie’nin yaptığı her film bir çocuğa benzetiliyor, yönetmenliğin talep ettiği duygusal ve pratik emek ebeveynlikle bir tutuluyor. Film yapmanın zorluklarına dair bu tarz tespitler Sonsuz Sır’ın pek çok bölümünde karşımıza çıkıyor. Hatta Julie’nin yazdığı senaryonun ilk satırlarını gördüğümüz sahne bu açıdan oldukça anlamlı, zira okuduğumuz senaryo izlediğimiz filmi hayli andırıyor. Bir bakıma Sonsuz Sır kendi yazım ve yapım sürecine dair detayları içinde barındıran döngüsel bir yapıya sahip.

Geçen yıl Venedik Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde gösterilen Sonsuz Sır, eleştirmenlerin yoğun beğenisini toplamış ama daha tipik bir korku filmi bekleyen kitleleri hayal kırıklığına uğratmıştı. Neredeyse tamamı tek mekânda ve aynı oyuncu tarafından canlandırılan iki karakter arasında geçtiği için Sonsuz Sır alçak gönüllü bir deneme olarak algılanabilir ilk bakışta. Üstelik karanlık bir hayalet öyküsü gibi görünen filmin pek de ürkütücü sayılamayacağı da aşikâr. Fakat bunları bir çeşit zaaf olarak algılamak hata olur. Çünkü Hogg’un zarif ve dokunaklı filmi, hem tür kodları ile zekice oynaması hem de annelik, yaşlılık ve hafıza gibi temaları etkileyici bir dürüstlükle ele alması açısından dikkate değer.


Sonsuz Sır 8 Eylül’de vizyonda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.