Eliane Raheb: Lübnan’ın Röntgeni
Eliane Raheb bugün ekonomik ve politik bir çöküntü içinde olan ülkesi Lübnan’ın iç savaşın yaralarını hâlâ saramamış, acılı deneyimlerden ders almamış görünen toplumsal yapısını tabu deviren sarsıcı bir sinemayla mercek altına alan bir belgeselci.
Bu yazı, Altyazı’nın Ağustos 2020 tarihli 198. sayısında yayımlanmıştır.
Eliane Raheb, bugüne kadar hep belgesel alanında ürün vermiş, filmleri Rotterdam, San Sebastian gibi büyük festivallerin yanı sıra bilumum belgesel film festivalinde gösterilmiş Lübnanlı parlak bir sinemacı. Günümüzün kendini kanıtlamış belgeselcilerinden olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir belgesel eğitmeni ve Beyrut’un aktif bağımsız sinema kurumu Beirut DC’nin kurucularından biri. ‘Güncel Sinemanın Parlayan Yıldızları’ dosyasında ona yer vermek iki açıdan önemli: Hem Türkiye’de fazla merak uyandırmayan, örnekleri ticari sinemalarda nadiren gösterilen Arap sinemasının –ki kapsama alanı hayli geniş bir kavram bu– yeni kuşak sinemacılarına, hem de bunlar içinde daha da gölgede kalmış belgeselcilerden önemli ve üretken bir isme dikkat çekmek.
Bugünlerde ekonomik ve politik altyapısı tam bir çöküntünün eşiğine gelmiş bulunan Lübnan’ın bu sorunlarının temelinde yatan tarihî ve sosyal arızaları masaya yatıran filmleriyle tanıdığımız Raheb, Hayda Lubnan’da (This is Lebanon, 2008) iç savaşın törpülemek bir yana daha da keskinleştirdiği mezhep çekişmelerini kendi çevresine bakarak anlamaya ve anlatmaya çalışır. 14 Şubat 2005 tarihinde Lübnan Başbakanı Rafic Hariri’nin öldürülmesiyle başlayan süreçte iç gerginlik hızla artmış, ülke yeni bir iç savaşın eşiğine gelmiştir, yetmezmiş gibi 2006 yazında İsrail ordusu haftalarca Beyrut’u bombardımana tutmuştur. Böylesine derin bir toplumsal kriz ortamında Raheb, kamerayı Hıristiyan cemaatine mensup kendi ailesine çevirir. Tavizsiz eleştirel bakışıyla kendi çevresi üzerinden Lübnan’ın en temel sorunu olan mezhepçilik ve hizipçilik belasını didikler.
Bunca yıl sonra iç savaşın yaralarını hâlâ saramamış, savaşta işlenen suçlarla yüzleşmek bir yana suçluları yönetici olarak başında tutmuş, geçmişin acılı deneyimlerinden ders almamış görünen bir toplumsal yapı, belgeselciler için zengin bir maden demektir ve Raheb bu madeni en iyi kazabilen, üstelik bunu son derece yaratıcı bir sinema diliyle yapan yönetmenlerden biridir. 2000’lerin başında gerçekleştirdiği biri orta diğeri kısa metrajlı iki belgeselde görece daha “dış” meselelere el atmış, sonrasında hep Lübnan toplumunu odağına almıştır. Karib Baiid (So Near Yet So Far, 2002) 2000 sonbaharında iki ateş arasında kalarak babasının kucağında can veren Mohamad al Durra adlı çocuğun imgesinden hareketle, çevre ülkelerdeki Filistinli çocukların hayallerini ve İkinci İntifada sonrasında bu hayallerin yerle yeksan oluşunu anlatmış, İntihar’daysa (Suicide, 2003) ABD ordusunun Irak’ı işgalinin Lübnan’ın çeşitli kesimleri üzerindeki etkisine odaklanmıştır.
Raheb sonraki filmlerinde objektifini Lübnan’ın halı altına süpürülmüş kronik sorunlarına çevirmekle kalmamış, kurmaca öğeler de katarak belgesel dilini zenginleştirmiş ve kendisini de hikâyenin parçası kılmıştır. Avrupa’da Arte ve ZDF gibi büyük kanallarda yayınlanan Hayda Lubnan’ın ardından 2012’de çektiği Uykusuz Geceler (Layali Bala Noom, 2012), savaş döneminin sağcı milis gruplarından birine mensup bir Hıristiyan adam ile komünist oğlu zorla kaybedilmiş bir annenin karşılaşma öyküsünü, bir gerilim filmi akışkanlığıyla anlatır. Adam gencin kaybedilmesindeki rolünü itiraf etmiştir ve suçluluk duymaktadır, kadın ise faille yüzleşmek ve katil olduğunu yüzüne haykırmak ister. Kirli bir savaşın mirası olan, Lübnan’ın hâlen üzerinde durduğu uğursuz gerilimin iki ucunda yer alan iki insanın karşılaşmasını bir koreograf gibi kurgular Raheb.
Raheb’in bir sonraki filmi Geride Kalanlar (Mayyel ya Ghzayyel, 2016), yine Hıristiyan toplumunun bir üyesinin, tüm mezhepsel fay hatlarının kesiştiği bir coğrafyada fakat siyasi kutuplaşmaların uzağında bir hayat kurma çabasını anlatır. Köyünü terk edip gitmeyi reddeden Haykal Mikhael’in dağdaki çiftlik evi ve sürdüğü sade yaşam, aslında bir toplumun kayıp ütopyasıdır: Doğanın nimetleriyle yetinen, herhangi bir dinin mensubu olarak değil insan olarak yaşamak isteyenlerin ütopyası.
Ateşkes Hâlinde Ülke
Raheb’in henüz tamamladığı, koronavirüs salgını sonrasında festival hayatına başlayacak olan üçüncü uzun metrajı Miguel’in Savaşı (Miguel’s War, 2020), seyirci önüne çıktığında gerek ülkesinde gerekse dışarıda muhtemelen öncekilerden daha fazla ses getirecek bir film. Çünkü yine sağcı Hıristiyan bir aileye mensup, iç savaşta silah da kuşanmış, o sırada eşcinsel kimliğini bastırmış ve yurtdışına çıktıktan sonra zincirlerinden boşanmış bir bireyin son derece sarsıcı öyküsünü anlatıyor ve birden fazla tabuyu sarsıyor.
Eliane Raheb’in bir söyleşide altını çizdiği gibi, iç savaştan sonra Lübnan’a barış hiç uğramadı, sadece bir tür “ateşkes hâli”ne geçildi. Şu an hâlen siyasette egemen olan grup ve hizipler, savaşta birbirine karşı silah kuşananların bizzat kendisi. Yolsuzluklardan, içten içe büyüyen etnik ve dinsel çekişmelerden yılan Lübnanlıların geçen sonbaharda sokağa inerek başlattığı –kimi medya organlarında “WhatsApp’ı ücretli yapma kararına” tepki şeklinde sığ bir sebebe indirgenen– kitlesel isyan bir süreliğine hayatı durdurmuş, köklü bir değişim umudu yaratmıştı. Ne yazık ki halkın taleplerine kör ve sağır politikacıların bildiklerini okumaya devam etmesiyle beklentiler suya düştü, kriz derinleşerek ekonomiyi felç etti, ardından gelen COVID-19 ve nihayet Hizbullah’ı tasfiye etmek isteyen ABD yönetiminin ambargosu Lübnan’ı iflasın eşiğine getirdi. Bu enkazın altında ise Raheb’in filmlerinde anlattığı gibi, yakın tarihin yüzleşilmemiş, çözümsüz bırakılmış sorunlarının, sökülüp atılmamış irinlerin rol oynadığı aşikâr. Neyse ki ülkede Eliane Raheb gibi her şeye rağmen bunlara ayna tutacak belgeselciler var.
Eliane Raheb filmlerinden bir seçki, 6-11 Temmuz tarihleri arasında 14. Documentarist İstanbul Belgesel Film Günleri’nde gösteriliyor. Programla ilgili detaylı bilgi edinmek için tıklayın.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazar, muhabir ve editör olarak çalıştı. 2003'te Theo Angelopoulos üzerine gerçekleştirdiği "Theo'nun Bakışı" ile birlikte belgesel yapımına yöneldi. Yönetmen, yapımcı ve kameraman olarak birçok belgesele imza attı. 2008'de bir grup arkadaşıyla birlikte Documentarist İstanbul Belgesel Günleri'ni hayata geçirdi. Halen yazı yazıyor, festival izliyor ve film programları düzenliyor.