Truman Capote’nin “kurmaca olmayan romanı”ndan uyarlanan Richard Brooks imzalı In Cold Blood, “İdeal Amerika”yı alaşağı eden bir suç filmi klasiğidir.
Love & Friendship ilk sahnesinden itibaren izleyicisini sanki 18. yüzyılda gerilla usulü çekilmiş bir filmin içine taşıyor.
Jonathan Glazer karantina günlerinde çektiği yeni kısası Strazburg 1518’de, yüzyıllar öncesinin dans vebası ile hâlihazırda mücadele ettiğimiz pandemi psikolojisi arasında köprü kuruyor.
Aynı adlı romandan uyarlanan Antonio Campos imzalı The Devil All the Time, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde geçen, çok sayıda karakter üzerinden insanın içindeki kötülüğe bakan bir Güney Gotiği örneği.
Kariyerinin büyük kısmında New York’un yeraltı dünyasında yaşayan erkeklerin hikâyelerini anlatan Scorsese, Para Avcısı’yla bu sefer kamerasını New York’un kulelerine çeviriyor.
Michaela Coel’in Londra’da yaşayan bir Gana göçmeni olarak kişisel deneyimlerinden beslenerek yarattığı ve aynı zamanda başrolünü üstlendiği I May Destroy You, insan ilişkilerinde rıza kavramının sınırlarını sorgularken günümüz toplumlarının ırk, cinsel yönelim, neo-liberalizm eksenlerindeki fay hatlarını gözler önüne seren etkileyici bir dizi.
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin (AMPAS) Oscar’a aday gösterilecek filmlerle ilgili yeni kuralları sinema sektöründeki ayrımcılığa, fırsat eşitsizliğine karşı dezavantajlı gruplara destek olmayı hedefliyor. Ne var ki bu iyi niyetli girişimin ayrıntılarına yakından bakınca meselenin sanıldığı kadar basit olmadığı görülüyor.
Çoğumuzun Duvara Karşı’yla tanıdığı Birol Ünel’in en büyük performansı hayatıydı. Konformizme asla pabuç bırakmayan, milliyetsiz, önyargısız, gözü pek bir “sokak çocuğu”, gerçek bir dünya vatandaşıydı… Bir Kreuzberg’li. Dramaya olan tutkusunda, sınırları zorlayıp sahici bir duygusal alışveriş yaşama çabası gizliydi.
Chadwick Boseman, 28 Ağustos’ta kansere yenik düştü. Yıldız oyuncu kırk dört yıllık ömrüne pek çok önemli başarı sığdırdı ama hiç kuşkusuz, tüm dünyada en çok Black Panther rolüyle hatırlanacak.
Vivre sa Vie’den (1962) geriye insanın hafızasında hiç bir şey kalmasa, Anna Karina’nın (Nana) yakın plan yüzü kalır.
Abdellatif Kechiche’in cinsiyet ve cinsellik temsillerine dair tartışma yaratan üslubu bu filmini de kuşatıyor.
Wim Wenders, bugünden bakıldığında nostaljik bir tat taşıyan Polaroid teknolojisinin 70’li yıllarda neredeyse bilimkurgusal bir çağrışımı olduğunu anlatıyor.
Bir grup liselinin son sürüm bağımlılıklarla çevrelenmiş yaşamlarına odaklanan Euphoria umudun gençlikte olduğunu varsayanlara zorlu bir izleme deneyimi sunuyor.
Sinemada X kuşağının en önemli temsilcilerinden biri sayabileceğimiz Kevim Smith’in sinemasını Altyazı arşivinden bir yönetmen portresiyle hatırlayalım.
Geceyarısından Önce’den yola çıkarak, Richard Linklater, Ethan Hawke ve Julie Delpy işbirliğiyle yıllara yayılan bu üçlemenin içinde dolanalım…